Yıl 1952… Genç Cumhuriyet’in ekonomik bağımsızlığını ilan ettiği yıllar. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası yeni bir banknotu tedavüle sokar. Üzerinde Atatürk’ün zarif portresi olan, lacivert tonlarda işlenmiş bir 5 Türk Lirası… Fakat asıl dikkat çeken, bu banknotun arka yüzündeki o üç kadındır.
Ellerinde fındık sepetleriyle gülen bu kadınlar, Karadeniz’in bereketli topraklarından bir sahneyi resmeder. Üretimin, emeğin, kadının toplumdaki yerine dair sessiz ama güçlü bir mesajdır bu. Cumhuriyet’in idealist bakışıyla şekillenen bu kare, banknotun arka yüzüne kazınır; belki de farkında olmadan tarih kitaplarında olmayan bir öykünün fitilini ateşler.
Aradan beş yıl geçer. Takvimler 1957’yi gösterdiğinde, İstanbul Adliyesi’nde sıra dışı bir dava açılır. İddia şu: Banknotun üzerindeki kadınlardan biri, kendisinin izni alınmadan fotoğrafının kullanıldığını öne sürerek kişilik haklarının zedelendiğini savunur. Dava, dönemin hukukçularını şaşkına çevirir. Taraflardan biri bir vatandaş, diğeri ise adeta “paranın kendisi”dir. Dava, Merkez Bankası’na değil, bizzat paranın dolaşımına yöneltilmiş gibidir.
İstanbul 15. Asliye Hukuk Mahkemesi bu iddiayı inceler; ancak bir noktada durur. Konunun sadece hukukla değil, ticaretle de alakalı olduğunu ileri sürerek dosyayı Ticaret Mahkemesi’ne gönderir. Artık mesele sadece bir fotoğrafın izinsiz kullanımı değil, aynı zamanda kamusal alandaki görsel temsillerin hak ve sınırlarıdır.
Sonuç ne mi olur? Resmî kaynaklarda davanın sonucu net olarak yer almaz. Ancak bu 5 liralık banknot, 1970 yılına kadar tedavülde kalmaya devam eder. Bu durum, mahkemenin davayı ya reddettiğini ya da nihai bir ceza kararı almadığını düşündürür.
Bugün bu banknota sahip olanlar için değerli olan sadece kağıdın kendisi değildir. O banknot, bir hukuk mücadelesinin, kadın hakları tartışmasının, sanat ve kamusal görünürlük ilişkilerinin canlı bir tanığıdır. Koleksiyoncuların ellerinde tuttuğu bu parça; sadece ekonomik bir geçmiş değil, aynı zamanda kültürel ve toplumsal bir hafızadır.
Ve işte bu yüzden, Gökçe Koleksiyon’un vitrininde sergilenen o mütevazı 5 lira, aslında koskoca bir hikâyeyi fısıldar. Fındık tarlasında çekilmiş bir kareyle başlayıp adliye koridorlarına kadar uzanan bu yolculuk, koleksiyonculuğun sadece nesne biriktirmek değil, hikâyelere sahip çıkmak olduğunu bir kez daha hatırlatır.